11 Aralık 2015 Cuma

Beyaza Siyah Karışmış

Bir kış masalına başlangıç gibiydi tüm hikaye. Dışarıda atıştıran kar taneleri karşımda alevleri zaman geçtikçe azalan odun parçaları şöminede için için yanıyordu sanki. Önümde bir beyaz kağıt ve tüm duyguların kelimeye dökülüşüne tanıklık eden ben. Duygular kağıt gibi temizdi fakat bunların kağıda dökülürken siyah bir kalem tercih edilmesi doğru olmasa da en güzel seçim o gibiydi. Beyaza yakışan en güzel leke siyahtı çünkü. Akrep ve yelkovan yolculuğunda ilerlerken gündüz çoktan yerini geceye devretmiş ve gece en uç noktaya ulaşıp şehri karanlığa boğmuştu. Sokakları aydınlatan lambalar yeterince etkisini gösteremese de gözler önüne serilen manzara izlenmeye değer bir güzellik katmıştı şehre. Bu şehir eşsiz manzaranın etkisi altında kalmayı başarmış ve geride fotoğraflarla anımsanacak bir tablo sergilemişti. Belkide kendi duygularımızı bu fotoğrafla birleştirip derinlerde yok olmaya yüz tutmuş bir hüznü canlandırmak istercesine kısa bir mesaj vermişti. Önümde duran boş sayfaya siyahı yakıştırsam da hala beyazlığını koruyorum. Bu gece şehir kar tanesiyle beyaza boyadığı kendinde karanlığıyla duygularını yazdı. Bana izlemek ve bu beyazlığa lekeyi değil gecenin karanlığını benimsemek düştü. Kendi beyazlığınızı şehirin karanlığına hapsetmeyi tercih ederseniz geceyi gündüze teslim etmeyide bilin. Çünkü her gece gündüzü bekler.

10 Eylül 2015 Perşembe

Bilinen Hikayenin Bilinen Hazin Sonu

     Yaşanmış bir hikayenin kalıntılarıyla başlayalım. Bir enkazın altında unutulan canın son nefesini vermesi nasıl vicdan sızlatıyorsa, sayfalara dökülen bu cümlelerde öylesine vicdan sızlatıyor. Paylaşmak zor olsa da içeride bekletip yığıntıların arasında kalmak daha zor. Sayfalar dostun olmuş kelimeler arkadaşın. Göz yaşları arasında gecen gecelerin ardından düzensizlik içinde düzen kurmaya çalışmak ne kadar düzenli olabilir ki. Boşluğun içinde gün geçtikçe dibe çökerken ayağa kalmak bir el uzanmasını beklemek saçma olsa da umut tükenmiyor işte insanda. Severken zarar vermek diye bir şey varmış bunu geçte olsa öğrendik. Her anılarda yerini almayı başaran bir hikaye aslında bu. Her kalpte yer etmiş anımsandığında varlığını devam ettiren bir virüs. Durduğu yerde üremeye devam edip tüm vücudu ele geçiren bir hastalık. Tedavi zaman diyorlar her reçeteye ilaç gibi yazılan 'Zaman' akrep ile yelkovan hareket ettiği sürece aç karına alınabildiği kadar fazla alınan bir ilaç. Gündüzleri kendini kandırma çabası hiç bir şey olmamış gülücükleri, geceleri yıldızlar gibi parlayan yalnızlık ve rüzgar gibi esareti altına alan can kırıkları, kalp sızlamaları.
     Hikayenin başından sonuna kadar gidilen çizgide şahıslar değişiyor, gezilen, yapılan ve yaşanan her şey değişiklik gösteriyor ama sonuç her kalpte aynı yerde yerini alıyor. Her zaman çalan şarkılara bu sefer kulak veriyoruz oysa dün aynı şarkının ritmine ayak uydururken şimdi acaba ne diyor diye dinlemeye başlıyoruz. Çok garip o şarkı bizim için söylenmiş, daha önce neden fark edemedik acaba diye düşüncelere dalarken kalp bir kez daha sızlıyor ve ben buradayım unutulmayan acıyla sana hatırlatmak için her zaman yanında olacağım diyor. O görmese de sen onu anlatıyorsun boş sayfalara, çünkü bir başkasına anlatsan boş ver diyor. Kaçıyorsun her boş ver diyenden çünkü sen bile bile enkazın altında kalmak acı çekmek istiyorsun. Şarkıyı söyleyene acıyorsun bazen onu kendine benzetiyorsun, bu parçayı yazmak için çok şey yaşamış olmalı diyorsun. Aynı benim gibi...
      Bilinen hikayenin bilinen hazin sonuna yaklaşırken arada geçen güzel ve kötü şeyleri daha detaylı düşünüyorsun en ufak detaya kadar iniyorsun. Sana güldüğü anı hatırlıyor hüzünleniyorsun. Kızdığı günleri özlüyorsun. Aradığında geç açtığın kısa kestiğin tüm telefon konuşmaları gözünün önüne geliyor keşke uyumasaydım keşke daha çok sesini duysaydım diyorsun ve gözlerinden damla damla süzülen yaşları hissediyorsun. Bir daha tutamayacak olduğun o minik ellerini, karanlıkta sana yön veren gözlerini, rüzgar tenini ürperttiğinde sana sarılıp tüm esintiye göğüs gerdiğini ve bunların bir daha olmayacağını her hatırladığında sızlıyor yüreğin...
                            İlaç zamanı geldi..'ZAMAN'...
   

5 Eylül 2015 Cumartesi

Her Şeye Rağmen Teşekkürler

     Belki sitem belki yakarış belki de yaşanmışlığa teşekkür. Kısa yaşam hikayesinin hüzün sonucuna odaklanmak yerine yaşanmışa teşekkür etmek gerek. Gözlerin ıslattığı hikayenin başında baş rolü iki kişi paylaşıyordu. Bu paylaşım o kadar güzeldi ki yeri geldiğinde kuru ekmeği yeri geldiğinde bal kaymağı paylaştılar. Gözlerinde büyük bir parıltı vardı. Mutluluk dudaklarına yapışmış her gülümsemelerinde onlara eşlik ediyordu. Bu rol oyunculuk değildi. Hayatın filminde gerçek bir karakter canlandırmasıydı ve onlar her dakika bu karakterlerin birlikteliğine mucize gözüyle bakıyordu. Elleri birleştiğinde zaman duruyordu onlar için ve sadece gözlerdeki ışık yön veriyordu onlara, kıskanılacak bir hayat hikayesini paylaştı onlar herkesin gözünden kıskandığı bir hikaye. Zaman böyle güle oynaya geçerken her dakikanın sevgisi ayrıydı. Geride hep anılar vardı ve her anı gözlerde sevincin kalıntılarını belirtirken mutluluk dudaklarda yerini alıyordu.
       Birliktelik öyle güzeldi ki anlatılmak için seçilen her kelime yetersizliğini kabullenirken yan yanayken zaman kollarındaki saatten farklı işliyordu. Şehir mutluluklarına şahitlik ediyor ve onların sevgisini kaldırmakta güçsüz kalıyordu. Bu kadar mükemmelliğin sonucunda neler olduğunu filmin sonuna doğru merak edenler çoğalmıştı. Yaşanan bu hikayede geçen her dakika biri hep fazla değer verdiğinden sonuç yavaş yavaş hüznü beraberinde getiriyordu. Belki hak etmişti bunu ama o hep hak etmediğini düşündüğünden içindeki kızgınlığı her geçen gün körüklemeye başladı.
      Harama bulaşan gözün güzelliğinin hırsızı ey hırsızlığa da değen hırsızlık ediyorsun diyerek söylendi her gün. Neyi eksik neyi fazla vermişti bu kadar. Gözlerin şahit olduğu kıskanılacak hikaye belki de dillere destan olacak kadar mükemmel değildi. Güvene dayalıydı çünkü, çünkü o hep güvenmişti masumca, her hareketinde arkasındaydı hep korudu kolladı. Her şeye ihanet olurdu da buna ihanet onu baya yıpratmıştı. Aslında sitemi, yakarışı ve ya teşekkürü bunaydı. Hangisi olduğuna hala karar verememişti. Belki teşekkür etmeliydi. Tek bildiği ilk günkü kızgınlığının tazeliğini korumasıydı. Bazı aşklar aşka ihanetmiş demek ki. Zamana bırakılan acının sonucunda bir gün olur da yolları tekrar bir araya gelirse affetmeyi düşünür müydü? Affetmek mi aptal olma! Gözlerin yıldızlar gibi parlamasıyla başlayan her gece kutup yıldızı gibi birbirlerine yön veren hayatın rollerini paylaşanlar şimdi gözlerinde birbirlerine karşı ateş püskürtüyor. Klasik bir hayata geçiş yapılmıştı artık. Mutluluk parmak ucunda yürümeye benzer ve en ufak bir hata tüm sessizliği bozarmış. Sessizliği bozduğun için TEŞEKKÜRLER...

24 Temmuz 2015 Cuma

Nereye Koyuyorduk Noktayı

     Bitmek bilmeyen bir duvara tırmanma isteği insanda oluşur mu?  Bende hep vardı o istek ve her defasında tırmandım. Çok uzun yol aldığımı zannettiğim zamanlarda oldu tabi ki ama geriye baktığımda sadece aldığım yol boyum kadardı. Bana bu tırmanışı uzun kılan neydi acaba. Kendimle olan hesabımı bitiremeden tekrar serüvene başladım. Her adım benim için geriye giderken ben hep ileriye tırmanışımla gururlandım. Gözlerimi kör eden şeyin ne olduğunu bile bilmeden ileriye gittim. Düşünceler arasında karanlıkla buluştuğumda alışık olduğum bir durum diye aldırmadım. Her geçen gün kaybederken ben kazandım sandım. Hayat bana bir verdi bin aldı ben nedense hep bin verdi bir aldı sanarak mutlu olmaya çalışırken tek başıma kaldığımı fark ettim. Kalabalığın arasında yalnız kalınır mı? Ben kaldım her zaman olduğu gibi yalnız kaldım. Paylaşamamak yalnızlığın belirtisi olduğunu bildiğim halde paylaşımlara kapalı kaldım. Her paylaşımda eleştiri almak, onun sonucuyla yargılanarak yaşamaktansa yalnızlığı tercih etmek zorunda kaldım.
     Bu kadar yalnızlığa gömülüyken bir el arayışına neden girmedim ya da neden bir el uzanmadı bana diye sormak isterken insanların uzattıkları elin aslında samimi olmadığını görmek daha çok içimi acıtacaktı. Gece yarısı bir bankta gece yolcusu görüp içim burkularak süzülür giderdim yanından şimdi bana bakıp yanımdan geçen bile yok. Öyle bir boğuma geldim ki sayfalar arkadaşım kelimeler dostum oldu. Göz yaşlarım bana eşlik ederken rüzgarın esintisi hala nefes aldığımı hatırlattı bana. Belki iki cümle kurma gayretini hep onlar verdi bana ben böylesine karanlığa teslim olmuşken onların sayesinde hala damarlarımda kanın dolaştığını anladım. Dostluk ne sözle ne de nefesle oluyormuş gerçek dostluk  bir esintinin seni senden almasıyla, kelimelerle buluşturup sayfalarda zaman harcanmasıyla oluyormuş. İnsan uçamaz derler ama benim ruhum rüzgarla birlikte her gece uçar oldu. Her kelimenin arasına girdim her cümlede ben ayağa kalktığımı anladım. Karanlıktan aydınlığa geçişimi sağlayan rüzgar olurken ben karanlıkta kalıp yalnızlığıma seslenmek istedim. Belkide yüzleşme vakti gelmişti. Anlamsızlıkların arasında bir kelimeye anlam yükleme çabasıyla gecelerimi aydınlattım.
     Bu gece ben yine esintiye bıraktım kendimi acaba nerede son durağım ya senin yanın ya da .. ya da yok işte nerede olacağıma bile karar veremezken rüzgara teslim olmak saçma teslim olduysan ona bırak yön vermeye çalışma işte. Öyle sert esti ki rüzgar ben bu gidişin son durumunu göremedim. Zaman ilerlerken aklımda tek soru vardı. Nereye koyuyorduk noktayı? Artık bir son verip yeni sayfa açmak gerektiğini galiba anlamaya başlıyorum...

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Aşk, Rüzgârdan korktu.


 Kendini çok uzak bir zamanda, kimsenin bilmediği bir mahzene kapattı.
“Burada beni Rüzgâr bulamaz” dedi ve uzun bir uykuya daldı.
Rüzgâr onu çok aradı ama bir türlü bulamadı.
Geçen zamanda insan tattığı her hissi Aşk’a yordu.
Kimi zaman sahiplenmenin, kimi zaman dostluğun, kimi zaman özlemin ve kimi zaman da merhametin adı Aşk oldu.
Her defasında durumun farkına vardı Rüzgâr ve savurdu Aşk olmayan her hissi.
Sonra İnsan hisleri gerçek adıyla yaşamaya başladı.
Sahiplendiği kişinin abisi veya ablası, dost olduğu kişinin sırdaşı, özlediği kişinin uzun zaman görmediği arkadaşı, merhamet duyduğunun da yardım ettiği kişi olduğunun farkına vardı.
Dünya Aşk’a hasret, derin bir özlem içinde çok zaman geçirdi.
Aşk uyanmadı..
Yıllar geçmesine rağmen Rüzgâr Aşk’ı aramaktan vazgeçmedi.
Çok medcezirler yaşadı İnsan.
Aşk yoksa altında bir his vardır mutlaka dedi ve Aşk ‘sız da sevgili olunabilir düsturuyla sevdiğiyle evlendi.
Çocuklar doğdu, ama kısa sürdü bu evlilikler,
Zaman geçti ve Aşk ’sız evlilikler mahkemelerde karşılıklı imzalarla mezara gömüldü, Rüzgâr yine oradaydı.
Hezeyan halinde İnsan sürüleri doldu cadde ve sokaklar.
Rüzgâr her yerde aramaya devam etti Aşk’ı.
Bulamadı.
Aşk uyanmadı.
Çok hırslandı Rüzgâr, “Aşk’ı bulmalıyım mutlaka, bulmak zorundayım” dedi ve o sinirle yemin etti “Bundan böyle Aşk olmayan hislerin yorum kargaşasına taraf olmayacağım, uyarmayacağım İnsanları”
O günden sonra dünyada Aşk olmayan çok his, Aşk olarak bilindi ve o bilgiyle de ölündü.
Dünyada gerçek Aşk’ı yaşayan tek kişi vardı,
Kim mi? Rüzgâr..
Rüzgârın öfkesi ve Aşk’ın korkusuyla yayılamadı Aşk hissi dünyaya.
Zaman geçti Aşk uyandı.
Rüzgâr Aşk’ı buldu.
Birbirlerine baktılar..
Rüzgâr “Zaman senden daha kuvvetli Aşk” dedi.
Aşk, “Bunun için uyanmadım, çünkü biliyordum bunu Rüzgâr” dedi.
Rüzgâr baktı, gülümsedi.
Aşk “Yine aynı yerdeyim Rüzgâr, başladığım yerde” dedi ve gitti.
Rüzgâr peşinden gitmedi Aşk’ın.
Aşk’la Rüzgâr o günden sonra hiç karşılaşmadılar.
Yıllar sonrasında Rüzgâr, Aşk’ı hatırladığında gözünde bir damla yaş, ellerinde titreme ve içinde derin bir acıyla gülümsedi gökyüzüne.
Aşk kendi küllerinden doğmaya alışkın, diyar diyar gezdi dünyayı ve her uğradığı yere onlarca gözyaşı bıraktı.

11 Haziran 2015 Perşembe

Hayatın kuralı 'Kaybetmek'

Samanlıkta iğne aramak mantığıyla hayatın içinde mutluluk arama mantığını karşılaştırdığımızda karşımıza çıkan karede tek fark kelimeler oluyor. Güneş ışığına bakabilme azmiyle büyüyüp yıldızlara dokunabilme umuduyla geçirdiğimi her gecenin sonunda büyümeye sevinirken mutluluğumuzu geçmişte bir yere bıraktığımızı geçte olsa farkettik. Her ne olursa olsun vazgeçmedik aramaktan belki buluruz dedik ama her defasında elimiz boş geri geldik. Birbirimize sorar olduk. 'Bir insan hep mi kaybeder?' diye. Kimse cevap veremedi tabi, vermeye çalışanlarda eline yüzüne bulaştırdı. Gece olduğunda oturduk yalnız başımıza o dokunmaya çalıştığımız yıldız bile ortalarda yoktu. Kelimelerle baş başa kalıp satırlarda aradın eşini, dostunu. Bu gece sana eşlik eden biri de rüzgar. Öyle serin esintisi olur ki yapışır tenine sımsıkı tutar seni, iliklerine kadar hissedersin varlığını, gözlerinden bir yaş damlar tam anlatmak istediğin kelimenin üzerine ve tüm cümle anlam kaybeder aynı senin hayatın gibi anlamsız ve boşluk içinde. Tekrar kulaklarında çınlamaya başlar o soru' bir insan hep mi kaybeder?'

4 Haziran 2015 Perşembe

Morpencerem

         Geçmişten bugüne gelindiğinde alışveriş kanallarının tamamen değiştiği görülmektedir. Önceleri pazarların yolunu tutarken mağazalar, alışveriş merkezleri derken hayatımıza o kadar kolaylıklar girdi ki artık evde oturup mutfak alışverişlerine kadar her türlü ihtiyacımız kapımıza kadar geliyor. Sosyal ağ her eve dağılırken rakiplerin çoğalması insanlarda çok fazla şüphe uyandırıp alışverişin sosyal ağ üzerinden yapılması konusunda tereddüt oluşmaktadır. Bu gibi olumsuzluklar yüzünden güvenirlik kazanmada zorlanan firmalar belkide kazanamadan sosyal ağ pazarında kaybolup gittiler. Güvenilirlikte engelleri aşanlar ise şuan zirvede kalmaya devam ederken sosyal ağ pazarında yeni girişimcilerin işini bir nevi zorlaştırıyor. Tabi bu ne onların ne de yeni firmanın suçu, ortada bir sorun var ve bu sorun ne o tarafa ait olabilir ne de karşı tarafa tamamen geçmişten günümüze kadar gelen bir hikayenin devamı olarak kalır. Reklam konusunda hız kesmeden güvenilirlik kazanmak için sürekli yenilikler ve satıştaki temizliğiyle her gecen gün müşteri memnuniyetinden yüksek not alan morpencerem.com sosyal ağ pazarına yeni adım atmış genç bir girişimcidir. Satışa gösterdiği özen ve işine olan saygı sayesinde bu pazarda güvenilirliği sizler sayesinde kısa zamanda kazanacağına şüphe yoktur. İçerik bakımından yüzlerce markayı bir araya getiren her kesime uygun ürünler ve fiyatlarla hizmet vermektedir.
           İnternet alışverişinin çok kullanıldığı günümüzde her türlü ihtiyacınızı kapınıza kadar getirip sizlere teslimatını sağlıyor. Kolaylıkla ve hızlı bir şekilde alışveriş yapabileceğiniz, ürün yelpazesi geniş bir alışveriş sitesi olan morpencerem.com sizlerin memnuniyeti ve güler yüzüyle büyümeye devam ediyor. İçinize kadar girip sizlerle birlikte büyümeyi hedefleyen kocaman bir ailenin ferdi olarak her gecen gün daha güçlü ve emin adımlarla ilerlemektedir. Var olduğu noktadan zirveye kadar giden yolda ihtiyacı olan tek şey sizlerin varlığı olarak benimsediği ticari vizyondan çizgisini kaybetmeden gidişini sürdürmektedir.
          Uygun fiyat garantisi ile açılışını gerçekleştiren hızlı satış, kargo ve teslimatıyla her gecen gün  güvenilirlik kazanmaya devam ediyor. Yüzlerce markanın bulunduğu ve ürünlerinin garanti kapsamında verdiği sözün arkasında duran morpencerem.com satışa kadar değil satıştan sonrada sizlerin yanında olmaya devam etmektedir. 100.000'den fazla ürünle hali hazırda bir alışveriş sitesini evlerinize kadar girişini sağlayıp ihtiyaçlarınızın karşılanması için her türlü kolaylığı sunmuştur. günün kampanyasından, haftalık kampanyalara kadar her zaman indirim günlerinin devamlılığı olan bir alışveriş sitesidir. Morpencerem.com yüzlerce markanın buluştuğu tek adres olarak hizmetinizde varlığını sürdürmekte ve siz yeni müşterilerini beklemektedir. Şimdiden hayırlı alışverişler diliyorum. Morpencerem sizlere 'var olduğunuz sürece var olacağız' diyor.

20 Mart 2015 Cuma

Bal Böceği

        Sona ulaşmış bir hikâyenin başlangıcıdır, Bal böceği. Sonbaharın zirveden düşmeye başladığı günlerde kış yerini almak için hazırlıklara başlamıştı. Rüzgâr her estiğinde yerde bulunan yaprakları gökyüzüne çıkarıp kendi hallerine bırakırken, dalında duran yaprakları da esaretine alıp götürüyordu. Pencere önünde rüzgârın yapraklar üzerindeki hâkimiyetine hayran hayran bakan ve kendini de rüzgârın esintisine bırakıp onun götürdüğü yerlerde soluk alan biri vardı. Bugün onun bile farkında olmadığı hayatının başlangıcını yapacağı yere götüren rüzgâr, gökyüzüne çıkardığı yapraklar gibi tek başına bırakmıştı. Kaderine boyun eğip yürümeye başladı. Yalnızlık bedenini öyle sarıp sarmalamıştı ki sonbaharın rüzgârından hiç etkilenmiyordu. Zamanda rüzgârın esiri olmalıydı. Akrep ve yelkovanın yarışı rüzgârın eşliğinde dakikada on tur atıyordu sanki. Eğer öyle değilse yarım saat rüzgâra kapıldığını düşünüp altı saat geçmesini nasıl açıklardı? Aceleyle üstünü giyip dışarı çıktı. Alışılmışın dışına çıkmaya cesareti olmadığından okula giden yollar arasında tercih ettiği her zaman ki gibi aynı yoldu. Kaderini değiştirip yeni bir başlangıca imza atmayı düşünürken, kaderin çizdiği yolda ilerlemeye devam ediyordu.

        Okula vardığında hiç beklemediği bir durumla karşılaştı. Kurallar bozuluyor, tabular yıkılıyordu bugün. Sert esen rüzgârın artık bir hükmü kalmamıştı. Sonbahardan ilkbahara geçiş yapılmıştı artık. Papatyalar kollarını açmış, bal böceklerini beklemeye başlamıştı. Gönül bahçesinde çiçekler açmış ve gönlündeki papatyanın da kollarını açıp bal böceğine kavuşacağı günü beklemesi, yalnızlığın bedenini terk etmesi için yeterli bir sebepti. Onu gördüğünde zaman duruyordu sanki. Onsuz geçen dakikalar ise soğuk duvarların arasında karanlığın içinde boğulmak gibiydi. Zaman, hapis ve havalandırmada volta atmak arasında geçerken kendi zindanından kurtarmak için gönül bahçesindeki papatyaya konan bal böceği ona sıcak bir el uzatmıştı. Sona ulaşmış bir hikâyenin başlangıcı olan bal böceğine bu hayat hikâyesini yeniden yeşillendirdiği için sonsuz teşekkürler. 

17 Mart 2015 Salı

Tarihin Derinliklerine İnildikçe Sızlar Yürek

       18 Mart 1915 sadece bir tarihten ibaret değildir. Ne masal, ne de hikaye birebir yaşanmış, vatan sevgisinin iman gücünün en büyük örneğidir Çanakkale. Lazıyla, Çerkeziyle, Türküyle, Kürdüyle, Arnavutuyla omuz omuza kazanılmış bir zaferdir Çanakkale. Havada mermilerin çarpıştığı, bir topun düşmesiyle onlarca bedenin parçalandığı tek yerdir. Ayağındaki çarığı günlerce, haftalarca çıkarmayıp ayağı yara olan ve tedavi için İstanbula gönderilen askerimizin annesi haber alır. Evinden kalkar gider oğlunun bulunduğu hastaneye, oğlunu görünce dudaklarından 'Bunun için mi cepheyi terk ettin kalk cepheye geri dön' kelimeleri dökülür. Doktor müdahale eder hemen 'Anacım durumu kötü 1 ay kalması gerek' der. Bunun üzerine annesi '1 ay sonra cepheye gönder' deyip memleketine geri döner. Böyle olaylar çok kez yaşanmıştır. Bu olayları yazmaya ne sayfalar ne de kelimeler yeter. Yaralı anzak askerini sırtında cephesine kadar götüren ve teşekkür yerine sırtından kurşunla şehit edilen bilerek ve isteyerek ölüme koşan ataların torunlarıyız. Fakat bunun ne değerini ne de kıymetini biliyoruz.
      Bir Çanakkale gezisinde, gözünde tutamadığı yaş, yüreğinde acıyla tarihin kanlı topraklarında ziyaretini yapmakda olan bir genç müzeye arkadaşlarıyla birlikte giriş yapar. Bir çarık takılır gözüne içinde bir ayak ve sadece kemiği kalmış duruyor çarıkta. Nasıl bir savaş bu, Çanakkale'nin her karış toprağına dağılmış insan parçaları, diye düşünüyordu. Zaman bu sorunun eşliğinde ilerlerken yan tarafta kanlı bir üniforma görür. Yaşlı gözleri buğulanır ve o sırada yanına gezi arkadaşı gelir ve 'O zamanlarda insanlar ne pis giyiniyormuş' diyerek kalbinin olmadığını ruhunun değil sadece bedenini bu kutsal topraklara getirdiğini belli etmişti. En önemlisi günlerce uyumadan savaşan karnını bile bulabilirse kuru bir ekmekle doyuran ve bizler her gece rahat uyuyalım diye canlarını feda eden atalarımıza borcumuzu böyle mi ödüyoruz?
       Yardıma muhtaç susuz kalmış bir köpeği gören Yarbay Hasan Bey köpeği kucaklayıp suyunu içiriyor ve yaralarını elleriyle temizliyor. O günden itibaren hep yanında yer alıyor köpek. Bir gün anzak cesetlerinin arasında birinin hareket ettiğini gören Yarbay yaralı sanıp yardıma koşar. Tek gayesi vardır yaralı anzak askerini revire yetiştirmek. Ona yaklaştığında anzak askerinin pusu kurduğunu geç anlar. Asker Yarbayı kamasıyla yaralar. Komutanlarının yaralandığını gören askeleri müdale edip anzak askerini öldürür. Yarbayın yardıma koşarlar ama herşey için geçtir artık. Son gücüyle Yarbay askerlerine 'Beni kaldırın' der ve ayağa kaldırdıklarında ' Zahmet buyurdun ya Rasulullah' deyip cansız bedenini bırakır toprağa. Üzerine Türk bayrağını serip kabir kazmaya başlarlar. Sadık köpeği bayrağın altına girip Hasan Beyin ayakları altında canını verir. Bunu farkeden askerler göz yaşları içinde ikisinide defnederler. Vatan sevgisinin yanında hayvanlara olan sevgiylede dikkat çekmiştir atalarımız. 3 çoçuğu olup üçününde doğumunda yanında olamayan babalar vardı cephede. Nişanlısını, gebe eşini, hasta anasını, babasını vatan uğruna hiç düşünmeden bırakıp geldiler  mahşer yerine. En yakın arkadaşları kollarında şehit düştü. Bir anzak tarafından şehit edildikden sonra kafasını kesip hatıra diye memleketine götüren anzak askeri evinin çatı katında saklar askerimizin kafasını. Seneler geçer bir gün torunu çatıda oynarken görür. Alır okuluna götürür ve dedesinin zalimliğini kahramanlıkmış gibi anlatır. Bu olay medya aracılığıyla ülkemize ulaşır ve uçakla şehidimizin başı Türkiye'ye gelir. Şuanda mechul asker diye kabri olan şehidimizin sadece başı defnedilmiştir. Bir devrin battığı zafer çığlıklarının inlediği yerdir Çanakkale. 100. Yılında gözlerde yaş yüreklerde acıyla anıldı Çanakkale. Ruhları şad olsun...

7 Mart 2015 Cumartesi

Günün Anlam Ve Önemi

        Bugün 8 Mart 2015. Geçmişe baktığımızda bugün olan olay mutlulukdan çok üzüntüyle kaplıyor dünyayı. O günü hatırlamak istemiyoruz yalnız bugünün önemini daha iyi anlatabilmek adına kısaca hatırlatmak istiyorum. Zamanı geriye alalım ve 8 Mart 1857 yılına seyahat edelim. ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangınla işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. Meydana gelen bu üzücü kaza sonucunda hayatları sona eren 129 canı unutmamak ve unutturmamak için ilk zamanlar  bahar ayında kutlanan daha sonra 1921'de Moskova'da düzenlenen toplantıda 8 Mart olarak kararlaştırılan Dünya Kadınlar Günü her yıl bu tarihte kutlanarak acılarımızı tazelemektedir.
      Geçmişin izleri hala ilk günkü gibi dururken birde bakıyoruz ki yaşanan o kadar olaylara rağmen ders almış değiliz. Dünya olarak kadına verdiğimiz değer ve önem ne yazık ki çok az. Yılda bir kere olsun değerini arttırmak varlıklarından haberdar olmamızı göstermek için sarf ettikleri çabayı bile göremiyoruz belki de görmek istemiyoruz. Oysa hayatları boyunca büründükleri muazzam vasıf olan annelik vasfıyla taçlanan benlikleri eşsiz bir güzellik katmaktadır. Bu vasfın hakkını bile ödeyemiyoruz. O yüzden kelimelerin bile yetersiz kaldığı bugünün önemini şöyle sonlandıralım. Kalplerimizde yer etmiş olan başta 129 can olmak üzere annelerimizin, eşlerimizin ve tüm kadınların Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun...