20 Mart 2015 Cuma

Bal Böceği

        Sona ulaşmış bir hikâyenin başlangıcıdır, Bal böceği. Sonbaharın zirveden düşmeye başladığı günlerde kış yerini almak için hazırlıklara başlamıştı. Rüzgâr her estiğinde yerde bulunan yaprakları gökyüzüne çıkarıp kendi hallerine bırakırken, dalında duran yaprakları da esaretine alıp götürüyordu. Pencere önünde rüzgârın yapraklar üzerindeki hâkimiyetine hayran hayran bakan ve kendini de rüzgârın esintisine bırakıp onun götürdüğü yerlerde soluk alan biri vardı. Bugün onun bile farkında olmadığı hayatının başlangıcını yapacağı yere götüren rüzgâr, gökyüzüne çıkardığı yapraklar gibi tek başına bırakmıştı. Kaderine boyun eğip yürümeye başladı. Yalnızlık bedenini öyle sarıp sarmalamıştı ki sonbaharın rüzgârından hiç etkilenmiyordu. Zamanda rüzgârın esiri olmalıydı. Akrep ve yelkovanın yarışı rüzgârın eşliğinde dakikada on tur atıyordu sanki. Eğer öyle değilse yarım saat rüzgâra kapıldığını düşünüp altı saat geçmesini nasıl açıklardı? Aceleyle üstünü giyip dışarı çıktı. Alışılmışın dışına çıkmaya cesareti olmadığından okula giden yollar arasında tercih ettiği her zaman ki gibi aynı yoldu. Kaderini değiştirip yeni bir başlangıca imza atmayı düşünürken, kaderin çizdiği yolda ilerlemeye devam ediyordu.

        Okula vardığında hiç beklemediği bir durumla karşılaştı. Kurallar bozuluyor, tabular yıkılıyordu bugün. Sert esen rüzgârın artık bir hükmü kalmamıştı. Sonbahardan ilkbahara geçiş yapılmıştı artık. Papatyalar kollarını açmış, bal böceklerini beklemeye başlamıştı. Gönül bahçesinde çiçekler açmış ve gönlündeki papatyanın da kollarını açıp bal böceğine kavuşacağı günü beklemesi, yalnızlığın bedenini terk etmesi için yeterli bir sebepti. Onu gördüğünde zaman duruyordu sanki. Onsuz geçen dakikalar ise soğuk duvarların arasında karanlığın içinde boğulmak gibiydi. Zaman, hapis ve havalandırmada volta atmak arasında geçerken kendi zindanından kurtarmak için gönül bahçesindeki papatyaya konan bal böceği ona sıcak bir el uzatmıştı. Sona ulaşmış bir hikâyenin başlangıcı olan bal böceğine bu hayat hikâyesini yeniden yeşillendirdiği için sonsuz teşekkürler. 

17 Mart 2015 Salı

Tarihin Derinliklerine İnildikçe Sızlar Yürek

       18 Mart 1915 sadece bir tarihten ibaret değildir. Ne masal, ne de hikaye birebir yaşanmış, vatan sevgisinin iman gücünün en büyük örneğidir Çanakkale. Lazıyla, Çerkeziyle, Türküyle, Kürdüyle, Arnavutuyla omuz omuza kazanılmış bir zaferdir Çanakkale. Havada mermilerin çarpıştığı, bir topun düşmesiyle onlarca bedenin parçalandığı tek yerdir. Ayağındaki çarığı günlerce, haftalarca çıkarmayıp ayağı yara olan ve tedavi için İstanbula gönderilen askerimizin annesi haber alır. Evinden kalkar gider oğlunun bulunduğu hastaneye, oğlunu görünce dudaklarından 'Bunun için mi cepheyi terk ettin kalk cepheye geri dön' kelimeleri dökülür. Doktor müdahale eder hemen 'Anacım durumu kötü 1 ay kalması gerek' der. Bunun üzerine annesi '1 ay sonra cepheye gönder' deyip memleketine geri döner. Böyle olaylar çok kez yaşanmıştır. Bu olayları yazmaya ne sayfalar ne de kelimeler yeter. Yaralı anzak askerini sırtında cephesine kadar götüren ve teşekkür yerine sırtından kurşunla şehit edilen bilerek ve isteyerek ölüme koşan ataların torunlarıyız. Fakat bunun ne değerini ne de kıymetini biliyoruz.
      Bir Çanakkale gezisinde, gözünde tutamadığı yaş, yüreğinde acıyla tarihin kanlı topraklarında ziyaretini yapmakda olan bir genç müzeye arkadaşlarıyla birlikte giriş yapar. Bir çarık takılır gözüne içinde bir ayak ve sadece kemiği kalmış duruyor çarıkta. Nasıl bir savaş bu, Çanakkale'nin her karış toprağına dağılmış insan parçaları, diye düşünüyordu. Zaman bu sorunun eşliğinde ilerlerken yan tarafta kanlı bir üniforma görür. Yaşlı gözleri buğulanır ve o sırada yanına gezi arkadaşı gelir ve 'O zamanlarda insanlar ne pis giyiniyormuş' diyerek kalbinin olmadığını ruhunun değil sadece bedenini bu kutsal topraklara getirdiğini belli etmişti. En önemlisi günlerce uyumadan savaşan karnını bile bulabilirse kuru bir ekmekle doyuran ve bizler her gece rahat uyuyalım diye canlarını feda eden atalarımıza borcumuzu böyle mi ödüyoruz?
       Yardıma muhtaç susuz kalmış bir köpeği gören Yarbay Hasan Bey köpeği kucaklayıp suyunu içiriyor ve yaralarını elleriyle temizliyor. O günden itibaren hep yanında yer alıyor köpek. Bir gün anzak cesetlerinin arasında birinin hareket ettiğini gören Yarbay yaralı sanıp yardıma koşar. Tek gayesi vardır yaralı anzak askerini revire yetiştirmek. Ona yaklaştığında anzak askerinin pusu kurduğunu geç anlar. Asker Yarbayı kamasıyla yaralar. Komutanlarının yaralandığını gören askeleri müdale edip anzak askerini öldürür. Yarbayın yardıma koşarlar ama herşey için geçtir artık. Son gücüyle Yarbay askerlerine 'Beni kaldırın' der ve ayağa kaldırdıklarında ' Zahmet buyurdun ya Rasulullah' deyip cansız bedenini bırakır toprağa. Üzerine Türk bayrağını serip kabir kazmaya başlarlar. Sadık köpeği bayrağın altına girip Hasan Beyin ayakları altında canını verir. Bunu farkeden askerler göz yaşları içinde ikisinide defnederler. Vatan sevgisinin yanında hayvanlara olan sevgiylede dikkat çekmiştir atalarımız. 3 çoçuğu olup üçününde doğumunda yanında olamayan babalar vardı cephede. Nişanlısını, gebe eşini, hasta anasını, babasını vatan uğruna hiç düşünmeden bırakıp geldiler  mahşer yerine. En yakın arkadaşları kollarında şehit düştü. Bir anzak tarafından şehit edildikden sonra kafasını kesip hatıra diye memleketine götüren anzak askeri evinin çatı katında saklar askerimizin kafasını. Seneler geçer bir gün torunu çatıda oynarken görür. Alır okuluna götürür ve dedesinin zalimliğini kahramanlıkmış gibi anlatır. Bu olay medya aracılığıyla ülkemize ulaşır ve uçakla şehidimizin başı Türkiye'ye gelir. Şuanda mechul asker diye kabri olan şehidimizin sadece başı defnedilmiştir. Bir devrin battığı zafer çığlıklarının inlediği yerdir Çanakkale. 100. Yılında gözlerde yaş yüreklerde acıyla anıldı Çanakkale. Ruhları şad olsun...

7 Mart 2015 Cumartesi

Günün Anlam Ve Önemi

        Bugün 8 Mart 2015. Geçmişe baktığımızda bugün olan olay mutlulukdan çok üzüntüyle kaplıyor dünyayı. O günü hatırlamak istemiyoruz yalnız bugünün önemini daha iyi anlatabilmek adına kısaca hatırlatmak istiyorum. Zamanı geriye alalım ve 8 Mart 1857 yılına seyahat edelim. ABD'nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangınla işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda 129 kadın işçi can verdi. Meydana gelen bu üzücü kaza sonucunda hayatları sona eren 129 canı unutmamak ve unutturmamak için ilk zamanlar  bahar ayında kutlanan daha sonra 1921'de Moskova'da düzenlenen toplantıda 8 Mart olarak kararlaştırılan Dünya Kadınlar Günü her yıl bu tarihte kutlanarak acılarımızı tazelemektedir.
      Geçmişin izleri hala ilk günkü gibi dururken birde bakıyoruz ki yaşanan o kadar olaylara rağmen ders almış değiliz. Dünya olarak kadına verdiğimiz değer ve önem ne yazık ki çok az. Yılda bir kere olsun değerini arttırmak varlıklarından haberdar olmamızı göstermek için sarf ettikleri çabayı bile göremiyoruz belki de görmek istemiyoruz. Oysa hayatları boyunca büründükleri muazzam vasıf olan annelik vasfıyla taçlanan benlikleri eşsiz bir güzellik katmaktadır. Bu vasfın hakkını bile ödeyemiyoruz. O yüzden kelimelerin bile yetersiz kaldığı bugünün önemini şöyle sonlandıralım. Kalplerimizde yer etmiş olan başta 129 can olmak üzere annelerimizin, eşlerimizin ve tüm kadınların Dünya Kadınlar Günü kutlu olsun...